
Tarihi bir referandumu geride bıraktık.
Nerdeyse tüm dünyanın direkt ya da endirekt müdahil olduğu, yalanın tüm sürümlerinin dolaşımda olduğu, sofistike bir kampanya döneminden sonra “Evet diyenler” kazandı.
Türkiye, köhnemiş bir çağı kapatıp dinamik bir çağ açtı.
Koalisyonlar dönemi tarihe karıştı.
Zayıf, çelimsiz ve beceriksiz siyasetçilerin, parlamenter sistemin kaçaklarından içeri sızıp iktidar ortağı olma dönemi sona erdi.
Artık, bu ülkede tatlı sularda milliyetçilik yapanların, tuzlu sularda solculuk yapanların iktidar olma şansı kalmadı.
Bundan böyle, sadece Türkiye’nin tüm farklılıklarına hitap edebilecek, halkı etkileme gücüne sahip, kucaklayıcı ve bütünleştirici siyasetçilerin iktidar olma şansı var artık.
Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra, Recep Tayyip Erdoğan kalibresine yakın kişilerin iktidara gelmesini sağlayacak bir sisteme geçiş yaptık.
Ve Evet, kazandık…
Ama…
Şimdi şapkayı öne koyup düşünme zamanı.
Kendini çek etme zamanı!
Özeleştiri yapma zamanı!
Eğer özeleştiri yapılmazsa, bir sonraki dalga daha da büyük olacak.
Eğer özeleştiri yapılmazsa ve halkın vermek istediği mesaj görmezden gelinirse, feraset sahibi bu halk bir daha seçime iki yanağı birden tokatlayacak.
Öyleyse yanlışlar nerde?
Bu soruyu cevaplamadan önce bir hakkı teslim edelim!
16 Nisan Referandumu’nun tek değişmez faktörü “Recep Tayyip Erdoğan” oldu. Erdoğan, tek başına bu süreci omuzladı.
Erdoğan, tüm dünya müstekbirlerine karşı tek başına mücadele etti. Kampanya sürecinin başından sonuna kadar ihlasla, özveriyle çalıştı, çabaladı ve kazandı!
Bugün alınan %51’lik evet oyunun ezici çoğunluğu, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tek başına aldığı oylardır!
Şimdi yanlışlara, hatalara, eksikliklere geçelim…
1-AK Parti teşkilatları, kampanya süresi boyunca tüm Türkiye’de evetçilere eveti anlattı. Hayırcılara dokunmadı. Salon toplantılarının genelinde, salonların büyük kısmını evet verecek AK Partililer doldurdu. Bir tür “kendi kendine goygoyculuk” yapıldı.
2-AK Parti teşkilatlarındaki dejenerasyon, dava şuuru zedelenmesi, nobranlık, halka mesafe duvarı, kibir, motivasyon önceliklerinin değişmesi, iletişimsizlik, toplumun dezavantajlı kesimlerine kulak tıkama, fırsat ve imkan topunu sadece kendi arasında çevirme gibi AK Parti’nin kuruluş felsefesine yakışmayan davranış biçimlerini halk gördü. Türkiye toplumu, AK Parti teşkilatlarındaki bu negatif davranışları ajandasına yazdı ve tepkisini sandıkta gösterdi.
3-“AKP’li Medya”nın kullandığı dil, retorik ve uyguladığı yöntem, hem toplumu kutuplaştırdı ve gerdi, hem de AK Parti’ye gönül vermiş insanlarda bile bir bıkkınlık ve nefret yarattı. Musluğu kesildiğinde ilk AK Parti düşmanı olacak olan bu AKP’liler Medyası, Erdoğan’ı sadece bir zırh ve kalkan olarak kullandı. Bunların ne Erdoğan’la ne de Erdoğan’ın temsil ettiği damarla bir illiyet bağı yok. Bu devşirme medyadan başta AK Partililer olmak üzere hemen herkes rahatsız oldu. Eski Türkiye yöntemlerini kullanarak günaşırı ekranlarda insan asan, bürokrat tutuklatan, siyasetçi döven, Milletvekili ve Bakanlara hakaret eden ve tüm bunları yaparken de FETÖ yöntemlerini kullanan, iftira ve çamur atarak muarızını yıldıran bu zevattan Türkiye toplumu irrite oldu.
4-AK Parti, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin getirilerini anlatmaktan çok Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin götürülerini yalan-yanlış anlatan muhalefete cevap vermeye çalıştı. Dolaysıyla AK Parti’nin gündemini kendisi değil, muhalefet belirledi. Böyle olunca hakikat ıskalandı, dil ve söylem doğru bir eksene oturmadı.
5-AK Parti, işçi, memur ve asgari ücretlilerin, yani görece toplumun dezavantajlı kesimlerinin iktisadi durumlarını iyileştirme hususunda oldukça ketum bir pozisyon takındı. AK Parti hareketinin en büyük felsefik alt yapısını oluşturan “gelir dağılımında eşitlik ve adalet” mottolarında standart sapmalar oluştu. Oysa 15 Temmuz’da da olduğu gibi, sokağa çıkıp iradesine sahip çıkan, can veren, şehit ve gazi olan, yine toplumdaki bu dezavantajlı kesimdi. 15 Temmuz’da şehit cenazeleri, Nişantaşı’ndan, Bebek’ten, Çukurambar’dan, Çankaya’dan değil, gettolardan, gecekondulardan, yoksul insanların yaşadığı muhitlerden kalktı. 17-25 Aralık, Gezi benzeri darbe girişimlerinde elini taşın altına koyan bu dar gelirli kesim oldu. Fakat bu mezkûr kesimin ihtiyaçları ve talepleri görmezden gelindi veya ötelendi.
6-AK Parti, PKK ve HDP’nin çukur ve yıkım siyaseti nedeniyle Doğu ve Güneydoğu’da 30 yıl sonra gelen tarihi fırsatı göremedi ve bu fırsatı değerlendiremedi. 1 Kasım seçimleriyle mukayese edildiğinde 16 Nisan’da Doğu ve Güneydoğu’daki oylarda AK Parti lehine ciddi artışlar var. Fakat bu artışların sebepleri sıralandığında AK Parti faktörü son sıraya oturur. Birinci faktör, Kürt halkının Recep Tayyip Erdoğan’a duyduğu güvendir. Müslüman Kürt halkı, kendi kaderini Tayyip Erdoğan’ın kaderiyle birleştirmiştir! 16 Nisan’da da Erdoğan’a oy vermiştir. İkinci faktör, HDP faktörüdür. Bölgedeki oy kaymaları, HDP’nin başarısı veya başarısızlığı nedeniyle gerçekleşmiştir. HDP, 7 Haziran’da olduğu gibi başarılı bir siyaset yürütünce oy kazanmış, 1 Kasım ve 16 Nisan’da olduğu gibi başarısız bir siyaset yürütünce oy kaybetmiştir. Dolaysıyla etken HDP, edilgen AK Parti’dir. Kürt seçmenin oy rengi, AK Parti’nin yaptıklarına ve söylediklerine göre değil, HDP’nin yapmadıkları ve söyleyemediklerinden dolayı değişmiştir!
Peki, ne yapmalı?
1-Cumhurbaşkanı Erdoğan, kesin sonuçlar açıklar açıklamaz AK Parti üyeliğini yaparak partisine geri dönmeli ve tüm teşkilatı elden geçirmeli.
2-AKP’li Medya’ya acilen çeki düzen vermeli.
3-AK Parti, kliklerin, lobilerin, grupların, zenginlerin, kibirlilerin, tetikçilerin ve burnundan kıl aldırmayanların değil, mazlumların, yoksulların, gariplerin, dar gelirlilerin ve herşeyden önemlisi “Halkın Partisi” olmaya geri dönmeli.
Bayram ZİLAN / MİLAT
